14 Ağustos 2013 Çarşamba

Sokakağzı'nda Ayşe Teyze ile Yahya Amca


Sokakağzı sahilde tanıştık Ayşe Teyze ile, rengarenk tülbentler, tülbentten elbiseler satan, üzerinden gökkuşağının tüm renkleri dökülen bir teyze.  Yanıma geldi, başımdaki tülbente yakından bakmak istedi, “bunlar çok satılıyor galiba bir bakayım, ben de yapıcam akşam bunlardan” dedi, muhabbete başladık bu vesile ile.

“Çocuğun var mı? dedim, “Yok” dedi hafif boynunu büküp, ısrarla sordum ben de densizce; “Nasıl yani, olmadı mı, istemediniz mi hiç?” dedim, “Öldü, kocası vurdu” dedi. Onsekiz yıl evlilikten sonra otuzaltı yaşında karısını, arkasında üç çocuk bırakarak vurmuş “katil.” Adı hep “katil” oldu sonra adamın.

Üç çocuktan en küçük olan oğlan, esmermiş, “katil”e benziyormuş. “Katil”in kız kardeşi de görümcesinin kızını bıçaklamış, öldürmüş, o da “katil”miş. Müebbet almış ikisi de, Çanakkale Cezaevi’nde.

Yazları buralara gelip, yaptıkları eşarpları, bantları, elbiseleri satıyorlarmış. Köye kumaşcı geliyormuş, renk renk kumaşları o getiriyormuş. Kocası Yahya Amca da nazarlıkları yapıyormuş tahtadan, geçenlerde parmağını kesmiş derinden, koca bir oyuk var işaret parmağında. Evi, arabayı korurmuş bu nazarlıklar. Bir arabanın arkasından saymış birisi “devrilsin bu araba” demiş, bakmış devrilmemiş araba, “gidin bakın, nazarlık var onda” demiş, bakmışlar bu nazarlıktan varmış onda. Tek sayı olcakmış boğumlar nazardan koruması için, ya beş ya yedi, altı olursa fayda etmezmiş.

Kışları zeytin toplamaya gelirmiş Ayşe Teyze, zeytin Kasım’da karda çamurda toplanıyormuş. Kızı öleli, bu ramazan başında üç yıl olmuş. Türlü hastalık çıkmış Ayşe  Teyze’de. Geçenlerde de ayağına evin önünde koca bir çivi batmış, Ayvacık Hastanesi’ine zor yetiştirmişler. “Bir de paslı olsaydı bak” diyorum, “çok paslıydı” diyor, kocaman şişmişti ayağı.

Köyden Sokakağzı’na yürümek, gündüz ikibuçuk saat sürüyormuş, yol yokuş olduğu için dönüşte yürümeyi göze alamıyorlar. Alan araba çıksın diye bekliyorlar. Tüm bu muhabbeti de, Yahya Amca yukarı çıkan araba beklerken yolun diğer tarafında, deniz kıyısında yaptık Ayşe Teyze ile. Sonra sarıldı bana kocaman “İyi bayramlar olsun” dedi, “sen beni mutlu ettin, Allah da seni mutlu etsin bakem” dedi.

Dileğimi söyledim ona; bayağıdır unuttuğum, en azından kendime böyle söylemediğim temenniyi hatırlattı bana “Allahtan ümit kesilmez” dedi, arkamdan seslendi sonra “Allah tüm dileklerini kabul etsin” dedi. Hediye nazarlığım, yazlık elbisem ve işlemeli mendilimle veda ettim ikisine de.

İstanbul'un "sözde" bağrından kopup, burada, bu sahil beldesinde, bikinili kadınlar arasında üzeri kat kat ve rengarenk sarılı kadınları, koca bohçaları ve bu hayret edilesi hayat hikayeleriyle görüvermek, onlarla sohbet etmek, sohbet bile edemeyen, bana ederken bile iğrenerek, çekinerek, yadırgayarak bakan "İstanbullu" ablalarla karşılaşmak, nereli ve kimlerden ve neylerden olduğunu yine ve yine tam olarak kestirememek, ne oralı ne buralı olamamak, bazen iyi bazense çok kötü ediyor insanı.

Sen olanca şehirli halinle, köylülerin çalıştığı bu beldeye tatile gelmişsin besbelli. Ne tam olarak şehirlisin -çünkü orada hep bir rekabet var, hep birilerine göre daha azsın orada, daha az başarılı, daha az iyi, daha az göz önünde, daha az takdir gören, hem daha iyilere hevesli, hedefli, hırslı herneyse işte. Ne tam olarak buralardansın, sırıtıyorsun kocaman giydiğinle, dediğinle ettiğinle, sen bu sahilde oturmayı, bu manzarada çay içmeyi, bira içmeyi seviyorsun, çayı toplamayı, çayı satmayı, birayı almayı değil.

Üç beş örtü alıyorsun sonra şehirli paranla, birileri mutlu oluyor yetim torununa para götüreceği için, sen çektiğin ağız kokusundan kazandığın üç kuruşu verdiğin için tatmin duygusu içindesin, burda kralsın çünkü.Parası olan kralsa, burda senin hükmün on numara.  Kocaman bir terslik var bir yerde. Ne köyde ne şehirde tam "entegre" olamamakta tam bir arıza var.

Bu yazıya hiçbir yerinden konu olmayan bir kadın geliyor gözümün önüne, kumsalda eşarplar satanlardan biri, benim bira içmeye giderken yolda karşılaştıklarımdan, fotoğrafını çekemediğim, "yapma Sibel, bu kadar da fırsatçı olma, harika bir kare olacak bu kadının yaşamı deme" diyerek çekemediğim kareyi anlatmak istiyorum. Sırtına bağladığı en fazla altı aylık çocuk ile elinden tutan 4-5 yaşlarında bir çocuk, diğer elinde koca çuvalda tülbent elbiseler. Köyden sahile yürünmüş diğer tüm çuvallılar gibi besbelli, ve yukarı çıkacak bir araba gözlenecek birkaç saat sonra, o yokuşu bir çuval ve iki çocukla yürümemek için. O sırta bağlı bebek nasıl güler yüzlü nasıl, her şeye, herkese gülümsüyor, o kadar memnun ki olduğu yerden, o kadar huzurlu görünüyor ki, kelimeler tükeniyor, bakan aptallaşıyor, un ufak oluyor. Dünyanın tüm sabahlarında, dünyanın tüm güzelliklerini, tüm emeklerini sarmak istiyor insan, gözler günebakanlar gibi iyiye güzele açılsın, sadece iyiler kazansın, hep iyilerin dilekleri olsun istiyor...

Sizi aptallaştıran yerleri keşfetmenizi diliyorum tüm kalbimle... Ve hayatınızı güzelleştirmenizi, gördükleriniz, duyduklarınız ve dönüştürdüklerinizle...