http://www.imdb.com/title/tt1645080/
Gavin Wiesen’in senaryosunu yazıp yönettiği 2011 yapımı The Art of Getting By; başrollerinde Finding Neverland ve Charlie’nin Çikolata Fabrikası’ndan da tanıdığımız Freddie Highmore ve Emma Roberts’ın yer aldığı romantik bir gençlik filmi. Sundance Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü adayı olan filmde, lise son sınıftaki George’un (Freddie Highmore) gözünden, anlamlandırmaya çalıştığı hayatına tanıklık ediyoruz. Annesi ve üvey babasıyla yaşayan George, okulla disiplin problemleri olan, yalnız doğduğumuz gibi yalnız öleceğimize ve bu iki temel olay arasında yapılacak hemen her şeyin anlamsız olduğuna inanan bir genç. Okuldan tanıştığı Sally (Emma Roberts) ile başlayan arkadaşlıkları George’u değiştirmeye başlıyor. George, derslere ve ödevlere gereken ilgi ve alakayı halen göstemezken, Sally sayesinde bir nebze dışa açılıyor, yeni insanlarla tanışıyor, Sally’in onu önemsediğini ve kendisinin önemsenebilecek biri olduğunu fark ediyor. Daha önce hiçbir kızla birlikte olmamış kahramanımız, duygularını Sally’e itiraf etmekte zorlandığı gibi ilk büyük aşk acısını da Sally vesilesiyle tadıyor.
Bildik bir öyküyü,
keyifli New York sokak görüntüleri ve güzel müziklerle işleyen filmde; anne
babasının, Sally’nin ve okuldaki hocalarının George’a karşı tavır ve
yaklaşımlarını birbirinden farklı görünse de özünde aynı gerçeğe dayanıyor. Annenin en büyük tedirginliği; George’un doğru düzgün bir liseyi bitiremezse
işsiz kalacağı, hayatı kazanamıyor olacağı. George’a göre çok daha kalabalık ve
renkli ilişki geçmişi olan Sally’nin sıkıntısı, George’un hislerini itiraf
edemiyor olması. Hocalarının en büyük şikayeti, George’un içindeki potansiyeli
açığa çıkartmıyor, kendini ciddiye almıyor olması. Onsekiz yaşındaki bir genç
olan George’u bu üç farklı yaş grubundaki insan da aslında fazlasıyla ciddiye
alıyor ve önemsiyor.
George’un kırılma
noktası; sunulacak son şansı da değerlendirememesi durumunda okuldan atılacak
olduğunu öğrenmesiyle beliriyor. Anne
baba ile yaşanana tartışma, Sally’nin onu artık beklemediğini fark etmesi ve
annesinin, omzunda ağlaması George’u kendi hayatı için harekete geçiriyor.
Mezun olabilmesi için resim hocasının tek bir ödev veriyor; daha önce kendine söylemeye itiraf edemediği,
gerçekten içinden çekip çıkaracağı bir şeyi ciddiyetle resmetmesi gerek.
Hocasını, samimiyetine inandıramaması geçer not alamayacağını öğrniyor. Bir
yandan Türkiye’deki eğitim sistemini düşününce, onsekiz yaş bunalımlarını
yaşayan bir gence; kendini buldurma, kendine saygı duydurma dersi veren
hocalarının tavrı izleyende hayranlık uyandırıyor. Huysuz ve yaşlı bir adam
gibi görünen resim hocası, trigonometriyi ve ödevlerini ciddiye alması
gerektiğini tane tane anlatan matematik hocası, okudukları kitapta romantik
akımın izlerini soran edebiyat hocası; George’a hayata asılmayı, hayata
karışmayı, “ben de varım ve beni ben yapan bu yanlarımla varım” dedirtmeye
çalışıyor özen ve ısrarla.
“Katmanları seviyorum” diyerek parti evinde
bile paltosunu çıkarmayan George, yavaş yavaş altına gizlendiği kabuklarından
sıyrılıyor. Hayata karışmaya, hayatının akışında söz sahibi olmaya başlıyor.
Küçük dünyasındaki, küçük değişkenleri değiştirmeye çalışıyor. Korunaklı
katmanlarından sıyrıldıkça; hayal kırıklıklarında ve sevinçli anlarında gözleri
samimiyetle kızarıp ıslanıyor. Hüznün iyileştirici ve olgunlaştırıcı tadıyla
tanışıyor belki de. Küçük dünyasında, kendiyle karşılaşıp, kendini büyütüyor
yavaş yavaş.
Hepimizin farklı
zamanlarda farklı şekillerde sorduğu soruları, geçtiği dönemeçleri George kendine has üslübuyla deneyimliyor. Bilmedik
bir sona varmayan, hiç söylenmemiş yepyeni şeyler söylemeyen ama izlemesi
keyifli bir yolculuğa davet ediyor film izleyicileri. Hemen her yaşta, yeniden ve
farklı şekillerde sorgulanıyordur “hayatın anlamı”. Herkes kendine göre farklı
bir defter ve hesap tablosu tutuyordur, kimilerinin soruları onsekizinde,
kimilerininki otuzlarında başlamış olabilir. Yalnız doğup yalnız öldüğümüz
gerçeğini hemen hemen hiçbirimiz değiştiremediğimiz gibi; iç yolculukları gönül
rahatlığıyla tamamen bitirmeyi de pek başaramıyoruz, sorgulamalar farklı
yaşlarda farklı şekillerde ve farklı buluşlarla hep devam ediyor. George, içine
doğru adımlarını yeni yeni atıyor ve izleyenleri kendi ilk zamanlarına
götürüyor.