12 Aralık 2016 Pazartesi

Etiyopya’nın Dans Eden Keçilerine Şükranlarımızla-Yayınlanan Yazılar (Coffee Digital)

http://coffee.digital/kultur-detay/etiyopyanin-dans-eden-kecilerine-sukranlarimizla



Etiyopya’nın Dans Eden Keçilerine Şükran
Birçoğumuz için gündelik hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan kahvenin tarihi M.Ö. 800lü yıllara kadar uzanıyor. Kahvenin ana vatanı olarak kabul edilen yer ise Etiyopya. “Kahve” adının da Etiyopya’nin güneydoğusunda yer alan, Sudan ve Kenya’ya komşu Kaffa şehrinden geldiği söyleniyor. Kahvenin bulunuşuna dair en çok kabul gören ve ilginç hikâyenin kahramanı ise keçiler...

Kaldi ismindeki bir çoban keçileriyle baş etmeye çalışırken, hayvanların çalılar arasından kopardıkları parlak kırmızı meyvemsi şeyleri çiğnediklerini ve daha bir hareketli olduklarını, dans etmeye başladıklarını görür. Meraklanıp, meyveleri kendi de çiğner ve tarifte zorlandığı coşkun bir mutluluk hisseder. Ceplerini bu kırmızı meyvelerde doldurup, heyecan içinde eve koşar, durumu karısına anlatır. Karısının da tavsiyesiyle, durumu manastıra bildirmek üzere, Mavi Nil Nehri’nin kaynağındaki Tana Gölü’ne doğru yola çıkar.
Kaldi, huzura çıkıp tüm hikâyesini bir çırpıda anlattığında baş keşiş çok hiddetlenir, “şeytanın işi bu!” diye bağırarak, tüm meyveyi yanan ateşe doğru fırlatır. Kısa bir süre sonra, tüm manastır kavrulmuş mis gibi kahve kokusuyla dolar. Neler olduğunu çok merak eden keşiş, meyveleri derhal ateşten aldırır, ezerek közüne ulaşılmasını ve kokusunun muhafaza edebilmesi için de üzerinin sıcak suyla kaplanmasını ister. O gece tüm keşişler kahveden içer ve bundan böyle uzun ibadet gecelerinde bu içecek sayesinde çok rahat ayık durabileceklerini farkederler.
Kahvenin popüler bir sosyal içecek olarak görülmeye başlaması, Mekke’de kahvehanelerin açılmasıyla olur. İlkin, dini buluşmaların mekânı olan bu kahvehaneler zaman içinde, muhabbet edilen, hikayeler anlatılan ve müzik icra edilen sosyal alanlara dönüşür. Çeşitli gerekçelerde kahve çok kez yasaklanır. Bunların ilki 1500’lü yıllarda Mekke’de Hair Bey tarafından getirilen yasaktır. Cemaatin uzun bir dua gecesi öncesinde, ayık kalabilmek için cami içinde hep beraber kahve içtiklerini görünce, Mekke’de tüm kahvehaneleri yasaklatır. Kahvenin iyi mi kötü mü olduğu üzerine şiddetli bir tartışma alevlenir. Durumdan doktorlar da rahatsızdır, doktor Hakimani kardeşler, neşesini kaybeden hastaları artık onlara gelmek yerine, kendilerini kahvenin keyif verici kollarına bırakıyor diye isyan ederler. Mekke müftüsü ise uzun ibadet saatlerine yardım ettiği için kahveyi savunur ve son sözü Kahire Sultanı söyler ve yasak kalkar. Sultana danışmadan kahveyi yasaklatan Hair Bey 1512’de zimmetine para geçirdiğinin anlaşılmasıyla öldürülür.
Osmanlı Devleti’nin kahveyle tanışması 1517’de Mısır’ın fethiyle olur. İlk kahvehanelerin ise 1554’te Tahtakale civarında açıldığı sanılmaktadır. Cem Sökmen’in aktardığına göre Tahtakale’nin ekonomik faaliyetler ve limana yakınlıkla şekillenen kozmopolit ortamı İstanbul’da daha önce örneği bulunmayan kahvehane kurumu için uygun bir zemin oluşturmuştur.  Kahvenin Avrupa’ya girişi, 1615’te Venedikli tüccarlar sayesinde olur, 1683’te San Marko meydanındaki meşhur Café Florian, Avrupa’nın ilk kahvehanesi olarak açılır. Kahve ve kahvehaneler bundan sonra tüm dünyada hızla yayılmaya devam eder.
Kahvenin doğduğu topraklar Etiyopya’da günümüzde 97 milyon insan yaşamaktadır ve bu topraklar halen dünyadaki en önemli kahve üreticileri arasındadır. Uluslarası Kahve Organizasyonu (ICO) verilerine göre yılda 6,7 milyon çuval kahve üretimiyle Etiyopya, dünyada beşinci sıradadır ve toplam üretimin %5’i burada yapılmaktadır. Kahve üretimindeki bu ciddi paya rağmen, zaman içinde birçok rejim değişikliği yaşayan bu ülkede refah seviyesi halen çok aşağılardadır. Kişi başına düşen yıllık milli gelir 547 Dolar, başka bir deyişle günde sadece 1,5 Dolar seviyesindedir. Kişibaşı yıllık 2,3 kilo kahve tüketimiyle Etiyopyalılar, ürettiklerinin yaklaşık yarısını tüketmektedir. Kahveyi içtikleri gibi, patates gibi sebzelerle karıştırıp yemek olarak da pişirdikleri bilinmektedir. “Kahve bizim ekmeğimizdir” (Buna dabo naw) meşhur bir deyişleridir.
Geleneksel misafirperverliğin bir göstergesi olan Etiyopya Kahve Seronomisi, dünyaca ünlüdür. Seromoni, Etiyopya halkının sosyal yaşamı içinde çok önemli bir yere sahiptir. Renkli işlemeleriyle süslü geleneksel beyaz kıyafetleri içindeki genç kadın, yıkanmış yeşil kahve çekirdeklerini ateşin üzerinde yavaş yavaş kavurur. Isının etkisiyle çekirdekler patlayıp, yoğun aroması duyulunca, kahveyi odanın içinde gezdirerek güzel kokunun her köşeye yayılması sağlanır. Daha sonra kahve çekirdekleri havanda öğütülür ve Jebena denilen siyah cezvede pişirilir. Kahve, seremoniyi izleyen aile fertleri ve arkadaşlara ikram edilmeden önce birkaç kez iyi bir süzgeçle süzülür. İçime hazır hale geldiğinde, Si-ni denilen küçük fincanlara 30-35 cm yükseklikten dikkatlice koyulur ve servis edilir. Kahve genellikle bir miktar şeker ile tüketilir. Genellikle herkese üç defa sunulur.  İlki Abol, ikincisi Huletegna ve üçüncüsü ise Bereka olmak üzere her üç sunumun ayrı adları vardır. Ve bu üç ismin, kahve meyvesini yiyip neşe içinde dans ederek, mucizenin bugünlere gelmesine vesile olan keçilerin adları olduğu rivayet edilmektedir.
O keçilere, onlar gören Kaldi’ye, yasakları delen müftülere, sultanlara, kahveyi günde bir dolara toplayıp öğüten kutsal ellere ve binbir itinayla kavuran güzel kadınlara şükran, şükran, şükran...
Yararlanılan Kaynaklar
Sökmen Cem, Eski İstanbul Kahvehaneleri, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2011


17 Ekim 2016 Pazartesi

De ki Hindistan...

Bayağı uzun bir süre sonra, yeniden yazmaya niyet ediyorum. Allah utandırmasın, yolum uzun, aydınlık, keyifli olsun...

Üç sene önce Hindistan'a gittik. Birçok açıdan dönüm noktası gibi bir tatil oldu benim için. Öncesi ve sonrası bayağı bir belirgin ayrılan bir köprü gibi. Köprü olduğunu, üzerinden geçip gittikten sonra anladığınız cinsten.

Önceki yazılara bakınca, tam da yazmak istediğim şekli şemali bulamamışım, kime neye ne diyorum açısından biraz kararsız kalmışım gibi geldi. Şimdi anlamış gibi hissediyorum, bu yazı ve umuyorum ki bundan sonrası böyle olacak. Gördüklerimi, yapıp ettiklerimi, bana dokunanları, beni dönüştürenleri benim gözümle anlatmaya çalışacağım. "Sayın seyirciler"e değil, sevgili dinleyicilere seslenmeye çalışacağım karnımdan konuşarak...

Hindistan diyordum. Seyahat, birçok açıdan dönüştürdü beni. Geziye karar verişimiz-sıkıntılı bir hamilelik arefesi süreç ve doktorun "bu ay da olmadı" deyişiyle, "e o zaman neden Hindistan'a gitmiyoruz?" deyişimiz, yol arkadaşımın-yani Mert'in, kocamın, sevgilimin, gezmelere doyamayan, hayatında hep hareket isteyen temiz kalpli insanın- bu turu bulması, tur acentesinin birkaç kez ısrarla "yer yok" demesi, hatta acenteden bir arkadaşın telefonda "vallahi yer yok, var diyene inanmayın, siz bu tura gidin ben mesleği bırakırım" tadında iddialı lafları, sonra İzmir'de çok cici bir arkadaşımın yanında gün batımında denize bakıp hayat memat, aşk meşk konuşurken acenteden gelen telefon ve aniden açılan iki kişilik yer... Gerisi, gitmezsek görmezsek olmayacak bir yolculuk...

Günlük gibi notlar almaya çalışmışım gezideyken, bugün o defteri buldum. Oradan bugüne düşen birkaç notu yazacağım. Belki okuyan, yolu yakında oralara düşecek birilerine de ilham verir diye- işimiz gücümüz,varımız yoğumuz şu "ilham" değil mi zaten- belki ben döner bir on yıl sonra yeniden okurum diye, belki bir dostuma git oku ve beni anla, derim diye. Niyet ettim..

13 Ekim 2013
...Tur rehberimiz "Otobüs gelecek inşallah, ondan sonra gideceğiz" diyor. Saat 05:30, Hindistan havaalanı...

Reklam panoları İngilizce, trafik İngiltere gibi soldan akıyor. Sabahın beşinde yürüyen, bisiklete binen insanlar etrafta...


Otobüsümüz geldi, çiçeklerle bezeli kolyelerle karşılandık, otobüste serinlemek için vantilatörler var.



Durduğumuz yerlerde tuvaletler ücretsiz...

14 Ekim 2013
...Bugün neler gördük, hatırladığım sırayla yazmayı deniyorum: maymunlar, yola yatmış inekler, sincaplar, yol kenarında saç kesen berberler, yere işeyen adamlar, önümüze çıkıp bizi peşinden sürükleyen manda sürüsü, soldan akan trafik ve sürekli çalan kornalar. tuk tuk benzeri rikşahlar -yeşil&sarı taksiler- kocaman kapta -üzeri açık- patlayan mısır, pilavı terazide tartıp eliyle veren adamlar, Aslan Tanrı için düzenlenen boya festivali, çöp yiyen domuzlar, renk renk kıyafetli kadınlar, alınlarındaki kırmızı noktaları,"good price for you" diyen satıcı adamlar...






15 Ekim 2013
...Tac Mahal'i gördük bugün. Şah, karısına yaptırmış burayı. Karısı ondördüncü çocuğunu doğururken ölmüş. Şah kendine de siyah mermerden böyle büyük bir saray yaptırmak istemiş, oğlu dur demiş. Daha fazla para harcamasın diye Tac Mahal'i gören kırmızı küçük bir saray yaptırmış, Şah sekiz yıl burada yaşamış. Sekiz yıl sonra da burada ölmüş...



...Oda servisi geldi az önce. "Pencereniz açık, maymun girebilir" dedi. Sonra bize güvenmedi, geldi kilitledi pencereyi. Gündüz de yanımıza geldi, "odanızı beğendiniz mi?" dedi, "ben temizliyorum odanızı" dedi gururla. İşini bunca seven ve güleryüzlü birini görmek iyi geldi bana...

16 Ekim 2013
Bugün Jaipur'a geçtik. Buradan önce Red Fort'u gördük. Ellerini "money" ve "chocolate" diyen açan dünya güzeli kızların fotoğraflarını çektim, onlara sadece mandalina verebildim.


...Şu anki ruh halimi barındırabilmenin bir yolu olsa keşke. İki duyguyu farkediyorum, hafiflik ve özgürlük. Ne çok görünür ve görünmez yükü taşıyoruz demek ki üzerimizde. Ne kadar çok "olmaz, çünkü..." diyoruz. Ama işte burası ve burada olan her şey "pekala olabilir" hissi veriyor içimden gelen her şey için bana.  "Her şeyle birlikte" ama "her şeye rağmen" değil...







...Bu akşam Jaipur'da onaltı kişi el ele tuşarak karşıdan karşıya geçtik çığlık ata ata. Trafik ışıksız ve polissiz memlekette "artık bize hiç bir şey olmaz!" diyoruz...

20 Ekim 2013
...Delhi'den kalkan dönüş uçağındayız. Ağzımda çok güzel bir tat var, beni en az bir ay götürür. Hafta diyecektim, elim "ay" yazdı. Şadan'a diyeceğim ki; bak kardeşim, bir şehri terkederken , içinde hafif bir sızı kalıyorsa, bu orada güzel vakit geçirdiğin içindir. Ellerimde kınalar ve boynumda şalımla bir parça geliyor benimle beraber...Hindu tapınağındaki bir adamın sözleri kulaklarımda, "Delhi'ye gelen herkes buraya gelemiyor, siz gelebildiğine göre özelsiniz, burada koca bir enerji var."

Gezi, onlarca renk, yüzlerce anı, bir sürü düşünce ve duygu ile çok yoğun bir iz bıraktı bende. Kendini sokaklarda, tapınaklarda, gözlerinin içi gülen insanların anlatacaklarında kaybetmek isteyenler gitsin, görsün. Hijyen takıntısı olan, kendine benzemeyen bir memlekette olmayı hiç istemeyen, ne bileyim kendiyle bir derdi olmayan kimse bence hiç zahmet etmesin, gitmesin...

Hindistan'a, rehber ve can dost Fazal'a, ellerimi kınalayan çocuklara selam, şükran, şükran...