Çok
keyifli bir yerde olmanın ve çok keyifli bir şeyler okuyor olmanın ruh hali ile; bu iki güzel şeyi de henüz detaylarıyla anlatmaya çalışmadan, bu
iki güzelliğin insanın üzerinde bıraktığı etkiyi anlatmayı deneyeceğim.
Bildiklerimiz, bildiğimizi sandıklarımız ve
bilmediklerimiz birbirine o kadar kolay karışabiliyor ki; buna ya da bunu fark
etmeye büyümek mi, şaşırmak mı denir, yoksa düpedüz kafası karışmak mı denir, emin
olamıyor insan.
Okunan bir kitap, bir yazı, bir yazar, gidilen
bir yer; insanın o gün, o an hayata bakışını değiştirebilir mi, değiştirmesi
doğru ve gerçekçi olur mu ya da. Doğru bildiklerimiz bu kadar zayıf ya da yanar
döner mi ki, bu kadar aniden hayatımıza giren değişkenler, bakış açımızı,
durduğumuz yeri birden değiştirebiliyor.
Yer Sokakağzı, bilenler vardır, belki
bilmeyenler daha çoktur. İnsanları, bu tip bir yeri sevenler ve sevmeyenler diye
de ikiye ayırabiliriz belki. İnanılmaz sakin, küçük, huzurlu, ektsra konfor
ve hizmetlerden uzak ama denize, zeytine, incire, kahveye, çaya, kuzuya, keçiye
yakın bir yerden bahsediyoruz. Yemekte bir kadın, telefonda bir yakınına burayı
"Neredeyiz biliyor musun, Koyunevi Köyü'nde!" diyerek anlattı misal.
Bu da benimle o kadın arasındaki mesafeyi gösteriyor. Koyunevi Köyü, benim Sokakağzı
için sola sapmadan önce karşımda gördüğüm tabela, kadın içinse başlı başına
anlamı, geçmişi, varlığı olan bir yer; hani Sokakağzı'nı henüz bilmeyen biriyle
benim aramdaki mesafe gibi. Bildiklerimiz hep göreceli işte, bildiğimizi
sandığımız doğrular hep göreceli.
Neden güzel burası, çünkü doğal, çünkü
ellenmemiş, çünkü kafa karıştırıcı yüzlerce seçeneği, versiyonu, alternatifi
yok (Starbucks'ta non-fat süt ile extra çikolatalı kapuçino almaya benzemiyor
yani), basit levhalar var insana hitap eden; "sahil boyunca motorsiklet,
atv, motor sürmek yasaktır" gibi, "enfes manzaraya karşı çay içmek
istiyorsanız Dutburnu Çay Bahçesi 100 metre ileride" gibi. Vaadi ve istekleri
son derece net. Dutburnu Çay Bahçesi'ne gitttiğinizde, "oğlan hemen şu köşeye bir
hizmet etmeye gittiği" için “kızartma siparişi” ile “işi kabaran” teyze,
oğlan gelmeyince yapıveriyor kahvelerinizi. Denizin en güzel yerine karşı bu
aşkla yapılan kahvenin bedeli ise ikibuçuk TL. Hani bu teyzeye coşkuyla, sıkı
sıkı sarılma, yaptığı bu işi, ayakta tuttuğu bu enfes mekanı ne kadar
sevdiğinizi göstermek isteyeceğiniz türden.
Neden
güzel böyle bir yerde olmak, çünkü dönüştürüyor insanı. İçinizdeki kötülükleri,
ümitsizlikleri alıp götürüyor. Bu güzellikleri gören, fark eden yanınızı
gösteriyor size, bende hala iş var dedirtiyor. Bu gören gözüm, kimbilir daha
neler yapabilir dedirtiyor. Beni o büyük şehrin keşmekeşinde, o
koşturmacasında, ekmek ve koltuk kavgasında, entrikasında, yalanı doğrudan
ayırma telaşında diğer bir takım insandan ayıran yanlarımı görmeme yarıyor
dedirtiyor. Aşk’ı hatırlatıyor çünkü insana. Bir çocuğu, bir sesi, bir insanı,
hatta belki bir oyunu (Japonya’yı fethedebilme ihtimalini misal), gözlerini
kaçırmadan size doğru bakan ve öylece duran bir kuzuyu, yüzünüze vuran rüzgarı,
üşüyen teninizi –“üşüyor ki halen yaşıyor hayatta bir yerlerim demek ki” dedirten
hani- sevmeyi hatırlatıyor, aşkla bakmayı hatırlatıyor insana ve güne.
Size
hiçbir şey söylemeden, sesini yükseltmeden, bildiğiniz kelimeleri kullanmadan
kollarını açan bu belde, size içinizdeki bir yeri anımsatıyor.
Hayatı
ve yazıyı ve yazılanları okumayı, beni bu kadar şaşırtabildiği,
dönüştürebildiği, değiştirebildiği için seviyorum.