30 Ağustos 2012 Perşembe

Bildiklerimiz ve Bilmediklerimiz Hakkında



Çok keyifli bir yerde olmanın ve çok keyifli bir şeyler okuyor olmanın ruh hali ile; bu iki güzel şeyi de henüz detaylarıyla anlatmaya çalışmadan, bu iki güzelliğin insanın üzerinde bıraktığı etkiyi anlatmayı deneyeceğim.

Bildiklerimiz, bildiğimizi sandıklarımız ve bilmediklerimiz birbirine o kadar kolay karışabiliyor ki; buna ya da bunu fark etmeye büyümek mi, şaşırmak mı denir, yoksa düpedüz kafası karışmak mı denir, emin olamıyor insan.

Okunan bir kitap, bir yazı, bir yazar, gidilen bir yer; insanın o gün, o an hayata bakışını değiştirebilir mi, değiştirmesi doğru ve gerçekçi olur mu ya da. Doğru bildiklerimiz bu kadar zayıf ya da yanar döner mi ki, bu kadar aniden hayatımıza giren değişkenler, bakış açımızı, durduğumuz yeri birden değiştirebiliyor.

Yer Sokakağzı, bilenler vardır, belki bilmeyenler daha çoktur. İnsanları, bu tip bir yeri sevenler ve sevmeyenler diye de ikiye ayırabiliriz belki. İnanılmaz sakin, küçük, huzurlu, ektsra konfor ve hizmetlerden uzak ama denize, zeytine, incire, kahveye, çaya, kuzuya, keçiye yakın bir yerden bahsediyoruz. Yemekte bir kadın, telefonda bir yakınına burayı "Neredeyiz biliyor musun, Koyunevi Köyü'nde!" diyerek anlattı misal. Bu da benimle o kadın arasındaki mesafeyi gösteriyor. Koyunevi Köyü, benim Sokakağzı için sola sapmadan önce karşımda gördüğüm tabela, kadın içinse başlı başına anlamı, geçmişi, varlığı olan bir yer; hani Sokakağzı'nı henüz bilmeyen biriyle benim aramdaki mesafe gibi. Bildiklerimiz hep göreceli işte, bildiğimizi sandığımız doğrular hep göreceli.

Neden güzel burası, çünkü doğal, çünkü ellenmemiş, çünkü kafa karıştırıcı yüzlerce seçeneği, versiyonu, alternatifi yok (Starbucks'ta non-fat süt ile extra çikolatalı kapuçino almaya benzemiyor yani), basit levhalar var insana hitap eden; "sahil boyunca motorsiklet, atv, motor sürmek yasaktır" gibi, "enfes manzaraya karşı çay içmek istiyorsanız Dutburnu Çay Bahçesi 100 metre ileride" gibi. Vaadi ve istekleri son derece net. Dutburnu Çay Bahçesi'ne gitttiğinizde, "oğlan hemen şu köşeye bir hizmet etmeye gittiği" için “kızartma siparişi” ile “işi kabaran” teyze, oğlan gelmeyince yapıveriyor kahvelerinizi. Denizin en güzel yerine karşı bu aşkla yapılan kahvenin bedeli ise ikibuçuk TL. Hani bu teyzeye coşkuyla, sıkı sıkı sarılma, yaptığı bu işi, ayakta tuttuğu bu enfes mekanı ne kadar sevdiğinizi göstermek isteyeceğiniz türden.

Neden güzel böyle bir yerde olmak, çünkü dönüştürüyor insanı. İçinizdeki kötülükleri, ümitsizlikleri alıp götürüyor. Bu güzellikleri gören, fark eden yanınızı gösteriyor size, bende hala iş var dedirtiyor. Bu gören gözüm, kimbilir daha neler yapabilir dedirtiyor. Beni o büyük şehrin keşmekeşinde, o koşturmacasında, ekmek ve koltuk kavgasında, entrikasında, yalanı doğrudan ayırma telaşında diğer bir takım insandan ayıran yanlarımı görmeme yarıyor dedirtiyor. Aşk’ı hatırlatıyor çünkü insana. Bir çocuğu, bir sesi, bir insanı, hatta belki bir oyunu (Japonya’yı fethedebilme ihtimalini misal), gözlerini kaçırmadan size doğru bakan ve öylece duran bir kuzuyu, yüzünüze vuran rüzgarı, üşüyen teninizi –“üşüyor ki halen yaşıyor hayatta bir yerlerim demek ki” dedirten hani- sevmeyi hatırlatıyor, aşkla bakmayı hatırlatıyor insana ve güne.

Size hiçbir şey söylemeden, sesini yükseltmeden, bildiğiniz kelimeleri kullanmadan kollarını açan bu belde, size içinizdeki bir yeri anımsatıyor.

Hayatı ve yazıyı ve yazılanları okumayı, beni bu kadar şaşırtabildiği, dönüştürebildiği, değiştirebildiği için seviyorum.

Hiç yorum yok: