DIGITURK Dergi, Aralık 2013
“Bu film 6 Mart 1998’de Cape Town’da olanlar hakkındadır” ifadesi,
çok da yersiz bir önerme olmaz. İsveçli
genç yönetmen Malik Bendjelloul’un 2012 yapımı belgeseli; 2013 En iyi Belgesel
Film Oscarı’nın yanısıra, Bafta, Sundance, Norveç Amanda Ödülleri, Amerikan
Sinema Editörleri gibi bir çok festivalde otuza yakın ödül kazanmış son derece
özel bir öykü.
Öykü özel çünkü, dünyanın bir yerinde –kendi anavatanında-
bir türlü tutunamazken, şarkıları hiç dinlenmez, albümleri bir elin parmakları
kadar satmazken; bambaşka bir yerde bir dönemin aşkla sarıldığı kahramanı olmuş
bir şarkıcının, besteci ve söz yazarının hikayesini anlatıyor. Zaman zaman
duygusallaşmadan, kendinizle bir parça özdeşleştirmeden, yaşanmış ve yaşanacak
türlü haksızlıkla bağdaştırmadan izlemek pek mümkün değil. Başladığı ilk beş on
dakika sizi sarıp sarmamasına göre tamam-devam kararı verebileceğiniz
filmlerden. İlk dakikalar yakaladıysa sizi, önünüzde unutulmaz bir doksan
dakika daha var bilin ki. Ne arka fondaki müzikten, ne enfes Cape Town
görüntülerinden ne de iç sıkan Detroit hallerinden hazzetmedim diyorsanız;
kumanda elinizde, bambaşka keşiflere
yönlendirin kendinizi.
Belgeseli hiç ipucu vermeden anlatabilmek, sevdirebilmek
imkansız gibi görünse de, izleme zevkine minimum müdahale ile altından kalkmaya
çalışalım bu işin. Amerikalı şarkıcı Rodriguez’in bir albümü 70’lerin başında
bir şekilde Güney Afrika’ya ulaşır-Rodriguez’le ilk nasıl tanıştıklarından
kimse emin değildir. Bu güçlü ses, protest
ve cesur şarkı sözleri o dönemde ırkçı rejimin yoğun baskısı altındaki Güney
Afrika’da birçok kişi için umut ışığı olur, isyanın sesine, sembolüne dönüşür. Bir
nesil, Rodriguez’le büyür, yirmi yıl Rodriguez diye bir efsane ile
özdeşleştirir kendini. İki albümü daha ulaşır ellerine, Güney Afrika’lı müzik
grupları ondan esinlenir, baskıcı rejim tarafından Rodriguez’in “seks”li,
“uyuşturucu”lu şarkı sözleri yasaklanır, plaklardan şarkılar silinir. Tüm
baskılar, isyanı ve hayranlığı büyütür. 70’lerde genç olan her Güney
Afrikalı’nın evinde en az bir Rodriguez albümü olduğu söylenir.
Sonra Rodriguez’in sahnede trajik şekilde intihar ettiği
öğrenilir, Güney Afrika gazeteleri bu kötü haberi manşetten duyurur, hayranlar
yastadır. Ama efsane zihinlerde büyümeye devam eder. Rodriguez bir devri
şarkılarıyla büyütmüş, bir devre başkaldırtmış bir şarkıcıdır; müzik raflarında
Bob Dylan,Beatles ve Rolling Stones kadar yer kaplamaktadır.
Öykünün, Detroit versiyonu da eş zaman anlatılmaktadır bize.
Rodriguez aslında kimdir, nasıl biridir, neyi nerede yanlış yapmıştır, neden
nasıl atlanmıştır; çalıştığı plak şirketleri, çalışma arkadaşları ve bar
arkadaşları ile izini süreriz. Güney
Afrika’dan çıkan iki müzik dedektifinin, öldü sandıkları müzik devinden
herhangi bir ize, bir tanıklığıa ulaşmak istemesiyle öykü dönüşür, başka bir deyişle 6 Mart 1998 için geri sayım
başlar.
Filmi çok katmanlı okuyabilirsiniz. Sixto Rodriguez’in
melodilerinde dinlenebilirsiniz, inandığı ve çok sevdiği bir işi yaparken
kimseden değer ve takdir görmeyen bir adamın dünyanın bambaşka bir yerinde
birilerinin yüreğinin en ince yerine nasıl dokunduğuna tanıklık edebilirsiniz.
İnandığınız, gönülden istediğiniz şeylerin peşinden gitmeniz gerektiğine, bir
gün mutlaka bir yerde karşılığını alacağınıza inanabilirsiniz. Her baskının
aslında bir isyanı nasıl körüklediğini görebilirsiniz, her isyanda filizlenecek
bir yer, bir kanal bulan umuda gülümseyebilirsiniz. Her şeyi bir kenara
bırakıp, sadece 6 Mart 1998’de Cape Town’da olanları görebilmek için bile bu
belgesel filmi seyredebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder