21 Nisan 2013 Pazar

Sokakağzı'nda yaşdönümü


Hem gelin hem gelmeyin istiyorum buraya. Zaten herkesi mutlu da etmez anlatacaklarım, edecek kişilerin de hep birden değil sırayla gelmesi gerekir ki, dolup taşmasın buralar. Hepimize hizmet edecekler diye, sıra sıra yeni pansiyonlar, butik oteller inşa etmesinler; her zevke hitap edeceğiz diye barlar, diskolar, bananalar, super hiper marketler açmasınlar buraya.

Deniz ayaklarınızın dibinde, hafif bir esinti her mevsim buralarda. Sahilde, sadece dalgaları dinleyerek saatlerce oturmak mümkün. Arkanız pansiyon, çayınız, kahveniz, çok istiyorsanız biranız elinizin altında. Dallardan, baharda erikler, yazın incirler sarkıyor karşılamak için sizi.

Beldenin tek bakkalı, hemen her mevsim ve hemen her saat açık. Bira, su, sabun, çerez her şeyiniz –her şey tanımı biraz dar olsa da, 30lu yaşlarda çocuksuz çiftlerin vazgeçilmezleri bu kadarla sınırlı olsa gerek- bu bakkalda!

Doğanın sesleri dışında tam bir sessizlik hakim, sabah balıkçılara şirinlik yapıp onlarla balığa çıkabiliyorsunuz.  Horozlar edepli, saat dokuza doğru ötüyorlar, e hadi artık kalkın da biz de gerinelim şöyle güzelce diye.

Köpek ve kediler dostça, size de birbirlerine de. Yemeğini, hep hafif eğik bir baş ile yanınıza oturarak beklemeye alışmış kedi yemekte yanıbaşınızda, fark edilmeyi, sevilmeyi bekliyor.

Misal bu yazının yazıldığı anda olduğu gibi, sahilde bir bankta, deniz beş metre ilerinizde tatlı tatlı dalganırken, zamanın durduğunu hissetmeniz ve sessizliği bozan kuş seslerini içinize çekmeniz tazeliyor sizi. Tek bakkalı, tek çay bahçesi, tek balıkçı lokantası olan, arada hurdacısı, salatalıkçısı minik bir hoparlörle gelen küçücük bir kuytu burası. Belki, başkalarına tanıdık birçok başka küçük yer gibi.

İki köylü teyze ile tanıştık, köylerine bıraktık onları arabamızla. Ellialtı haneli bir köyde yaşıyorlar, çocukları civar köydeki okula gidiyor. “Hükümet” araç ayarlamış onlara, her yaştan çocuğu sabah toplayıp götürüyormuş, akşam da getiriyormuş. “Doktor var mı?” diyorum, “Salıları geliyor evet” diyorlar. "Peki acil bir şey olursa napıyorsunuz, çağırıyor musunuz?” diyorum, “Behramkale’ye gidiyoruz” diyorlar, yani “gidiyorlar”, “gelen” olmuyor acil durumlarda. “Ebe var mı peki?” diyorum, sorum sonra bana da saçma geliyor,ebe  yok, kendileri hallediyorlar.

Mesleğimizi soruyorlar bize, benim pazarlamacı eşimin yazılımcı olmasını nasıl anlatabilirim diye düşünürken, teyzeler soruyu anlamadığımı düşünerek açıklıyorlar bir kez daha “doktor musun, öğretmen misin yani?” diyorlar, “O, bilgisayarcı” diyebiliyorum halimize gülümseyerek. Pazarlamacılığımın tek anlamının beni şu an burada, bu güzel tatilin tam ortasında kılmak olduğunu ben anlıyorum da, onlara o an anlatamıyorum.

Keçeden minik çantalar satıyor yaşlı olan teyze, “Alır mısın 5 lira?” diyor, “Sizi köye bırakıyoruz ya, hediye etsen olmaz mı?” diyorum. “Şehirliyim” ya kafam çalışıyor, “kazık atamaz kimse bana, her şeyin bir karşılığı var, yok mu? Yok muydu?” diyorum herhalde. Birkaç saniye sürüyor, sonra kendime önce şaşıp sonra çok kızıyorum. “Yürümesinler ya da üç saat sonra gelecek otobüsü beklemesinler diye arabanıza almanız, o yaşında satmak zorunda olduğu çantaları sattırmıyor ki teyzeye, kazanması gereken parayı kazandırmıyor ki?” diyorum. “Ne oldun Sibel sen?” diyorum, “ne oldun on küsür yılda?” Arabadan inerlerken, çantalardan birini satın alıyorum, kendimi kendime bir parça affettiriyorum.

Zeynepcim, içeride bir yerlerde acıyınca biliyorduk yerini değil mi yüreğimizin. Sızlıyor biraz, demek yolunda her şey, değil mi...

Bu unutulmaz otuzüçüncü doğumgünümün, başından sonuna bu kadar güzel ve içten olmasını sağlayan Mert’e minnet duyuyorum. İçimizdeki güzellikleri kesiştiren, bizi birlikte yürüten talihimize şükrediyorum. İyi ki varız diyorum.

1 yorum:

sule dedi ki...

daha güzel bir doğumgünü teşekkürü olabilir mi hayata-şule