DIGITURK DERGİ, Ocak&Şubat 13
2011 yapımı film “Peki
Şimdi Nereye?”, Lübnanlı yönetmen, senarist ve oyuncu Nadine Labaki’nin ikinci
filmi. Dünya çapında başarı kazanan ilk filmi Karamel (2007); Stockholm Film
Festivali, Uluslararası San Sebastian Film Festivali, Oslo’daki “Güneyden
Filmler” Festivali gibi festivallerde birçok ödül aldı. “Peki Şimdi Nereye?”
ise Cannes’da ayakta alkışlandı, Toronto’da İzleyici Özel Ödülü’nün sahibi
oldu. Film, Türkiye’de Film Ekimi’nde gösterildi, daha sonra da vizyona girdi.
Labaki, oldukça zor ve
hassas bir konuyu, çok keyifli bir dil ve üslupla, yer yer katıla katıla
güldüren bir akışla anlatıyor seyirciye. “İroni, hayattaki talihsizliklere
rağmen devam edebilmenin yolu” diyor. Güldürürken düşündüren, hüzünlendiren bir
filmi neden yaptığını böyle anlatıyor.
Film, iç savaş
yıllarında Lübnan’ın bir köyünde, bir arada yaşayan Hristiyan ve Müslüman
ailelerin trajikomik hikayesini anlatıyor. Köyün tam olarak yerini bilmiyoruz, etrafı
mayınlı arazilerle çevrili, daracık bir yol ile dış dünyaya bağlı bir köydeyiz.
“Bu köyün bir adı yok, çünkü bu köyde yaşananlar pekala Sünni ve Şiiler
arasında da, beyazlar ve siyahlar arasında da, iki kardeş, iki aile arasında da
yaşanabilirdi” diyor Labaki.
Köydeki kadınlar
arasındaki yakın ve güçlü ilişkiye şahit oluyoruz. Köyün kadınları Amale’nin
(Labaki) kafesinde buluşup, erkekleri kapı komşularıyla savaşmaktan, birbirlerinin
mabetlerine saldırmaktan alıkoymaya çalışıyor. Kadınlar, birbirlerinin
dertlerini dinliyor, birbirlerinin kutlama törenlerine birlikte hazırlık
yapıyor. Birlikte gülüyor, şarkılar
türküler söylüyor, üzüntüleri birlikte yaşayıp, ölülerine birlikte ağlıyor. Birbirine
sırdaş oluyor.
Bir camisi ve bir
kilisesi, dolayısıyla bir imamı ve bir papazı olan köyde, “biz ve onlar”
olmadan tek bir “biz” olarak kardeşce yaşamanın, yaşamı sürdürmenin yollarını
arıyor kadınlar, erkekleri de bu yola çekmeye çalışıyor. Hristiyan ve Müslüman
mezarlıkları, köyün savaşta ölen erkekleriyle dolu. Boyunlarında haç ve
başlarında siyah başörtüleriyle köyün kadınları “Ben, hayatım boyunca siyahlar
giymek zorunda mıyım?” diye ağıtlar yakıyor.
Filme ilham veren
gerçek bir hikayesi var Labaki’nin. 7 Mayıs 2008’de hamile olduğunu öğreniyor
ve o gün Beyrut’ta çatışmalar yeniden başlıyor, havaalanı uçuşlara kapatılıyor.
Dış dünya ile bağlantı kopma noktasına geliyor. Yıllarca aynı okullara giden,
aynı binalarda yaşayan gençler, aynı dinden olmadıkları için aniden sokaklarda
birbirine saldırmaya başlıyor. Olanlardan çok etkilenen Labaki kendi kendine
soruyor: “Bir oğlum olursa, onu eline silah alıp sokaklara düşmekten alıkoymak
için neler yapabilirim? Dışarıda bu olup
bitenleri görmemesi için; kendini, binasını, ailesini, inançlarını savunmak
zorunda hissetmemesi için neleri feda ederim, ne kadar ileri gidebilirim?”
Filmin, bu sorulardan doğduğunu anlatıyor.
Filmdeki oyuncuların
çoğu amatör oyuncular. “Filmde, doğal insanlarla doğal ortamlar yaratıp, bu
doğallık içinde, onlara kendi doğal gerçekliklerini buldurmayı, filmde
gerçeklikle oynamayı seviyorum” diyor Labaki.
Köyün muhtarının karısı rolündeki kadın örneğin, filmin çevrildiği civar
köylerin birinden “Köyümüze hoş geldiniz” demek için sete gelmiş,
samimiyetinden ve doğallığından çok etkilenen Labaki, kadını filmde rol almaya
ikna etmiş. Filmin hafızada kalan karelerinde bu başarılı kadın oyuncu da yer
alıyor.
Müzikler, bir önceki
film Karamel’de de olduğu gibi, yönetmenin eşi ve oğlunun babası Khaled
Mouzanar’a ait.
Filmin ismi, anlamını
sonunda buluyor. Film, bir bakıma başladığı yerde bitiyor. “Tam bir şeyleri
başardılar, bir şeyleri çözdüler hallettiler dediğiniz anda, aniden her şey
yeniden birbirinden uzaklaşıyor, anlamlar bulanıklaşıyor” diyor Labaki. “Köyün
kadınları, erkeklere bu savaşın anlamsızlığını anlatabilmek için ellerinden
geleni yapıyor, inanılmaz yollar, yöntemler deniyor. Sonunda bir şekilde
başarıyorlar da. Ama bundan sonra ne olacak? Peki şimdi nereye? Bu sorulara net
bir cevabım yok malesef.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder