1 Ocak 2013 Salı

Peki Şimdi Nereye? (Yayınlanan Yazılar)




DIGITURK DERGİ, Ocak&Şubat 13

2011 yapımı film “Peki Şimdi Nereye?”, Lübnanlı yönetmen, senarist ve oyuncu Nadine Labaki’nin ikinci filmi. Dünya çapında başarı kazanan ilk filmi Karamel (2007); Stockholm Film Festivali, Uluslararası San Sebastian Film Festivali, Oslo’daki “Güneyden Filmler” Festivali gibi festivallerde birçok ödül aldı. “Peki Şimdi Nereye?” ise Cannes’da ayakta alkışlandı, Toronto’da İzleyici Özel Ödülü’nün sahibi oldu. Film, Türkiye’de Film Ekimi’nde gösterildi, daha sonra da vizyona girdi.

Labaki, oldukça zor ve hassas bir konuyu, çok keyifli bir dil ve üslupla, yer yer katıla katıla güldüren bir akışla anlatıyor seyirciye. “İroni, hayattaki talihsizliklere rağmen devam edebilmenin yolu” diyor. Güldürürken düşündüren, hüzünlendiren bir filmi neden yaptığını böyle anlatıyor.

Film, iç savaş yıllarında Lübnan’ın bir köyünde, bir arada yaşayan Hristiyan ve Müslüman ailelerin trajikomik hikayesini anlatıyor. Köyün tam olarak yerini bilmiyoruz, etrafı mayınlı arazilerle çevrili, daracık bir yol ile dış dünyaya bağlı bir köydeyiz. “Bu köyün bir adı yok, çünkü bu köyde yaşananlar pekala Sünni ve Şiiler arasında da, beyazlar ve siyahlar arasında da, iki kardeş, iki aile arasında da yaşanabilirdi” diyor Labaki.

Köydeki kadınlar arasındaki yakın ve güçlü ilişkiye şahit oluyoruz. Köyün kadınları Amale’nin (Labaki) kafesinde buluşup, erkekleri  kapı komşularıyla savaşmaktan, birbirlerinin mabetlerine saldırmaktan alıkoymaya çalışıyor. Kadınlar, birbirlerinin dertlerini dinliyor, birbirlerinin kutlama törenlerine birlikte hazırlık yapıyor.  Birlikte gülüyor, şarkılar türküler söylüyor, üzüntüleri birlikte yaşayıp, ölülerine birlikte ağlıyor. Birbirine sırdaş oluyor.

Bir camisi ve bir kilisesi, dolayısıyla bir imamı ve bir papazı olan köyde, “biz ve onlar” olmadan tek bir “biz” olarak kardeşce yaşamanın, yaşamı sürdürmenin yollarını arıyor kadınlar, erkekleri de bu yola çekmeye çalışıyor. Hristiyan ve Müslüman mezarlıkları, köyün savaşta ölen erkekleriyle dolu. Boyunlarında haç ve başlarında siyah başörtüleriyle köyün kadınları “Ben, hayatım boyunca siyahlar giymek zorunda mıyım?” diye ağıtlar yakıyor.

Filme ilham veren gerçek bir hikayesi var Labaki’nin. 7 Mayıs 2008’de hamile olduğunu öğreniyor ve o gün Beyrut’ta çatışmalar yeniden başlıyor, havaalanı uçuşlara kapatılıyor. Dış dünya ile bağlantı kopma noktasına geliyor. Yıllarca aynı okullara giden, aynı binalarda yaşayan gençler, aynı dinden olmadıkları için aniden sokaklarda birbirine saldırmaya başlıyor. Olanlardan çok etkilenen Labaki kendi kendine soruyor: “Bir oğlum olursa, onu eline silah alıp sokaklara düşmekten alıkoymak için neler yapabilirim?  Dışarıda bu olup bitenleri görmemesi için; kendini, binasını, ailesini, inançlarını savunmak zorunda hissetmemesi için neleri feda ederim, ne kadar ileri gidebilirim?” Filmin, bu sorulardan doğduğunu anlatıyor.

Filmdeki oyuncuların çoğu amatör oyuncular. “Filmde, doğal insanlarla doğal ortamlar yaratıp, bu doğallık içinde, onlara kendi doğal gerçekliklerini buldurmayı, filmde gerçeklikle oynamayı seviyorum” diyor Labaki.  Köyün muhtarının karısı rolündeki kadın örneğin, filmin çevrildiği civar köylerin birinden “Köyümüze hoş geldiniz” demek için sete gelmiş, samimiyetinden ve doğallığından çok etkilenen Labaki, kadını filmde rol almaya ikna etmiş. Filmin hafızada kalan karelerinde bu başarılı kadın oyuncu da yer alıyor.

Müzikler, bir önceki film Karamel’de de olduğu gibi, yönetmenin eşi ve oğlunun babası Khaled Mouzanar’a ait.

Filmin ismi, anlamını sonunda buluyor. Film, bir bakıma başladığı yerde bitiyor. “Tam bir şeyleri başardılar, bir şeyleri çözdüler hallettiler dediğiniz anda, aniden her şey yeniden birbirinden uzaklaşıyor, anlamlar bulanıklaşıyor” diyor Labaki. “Köyün kadınları, erkeklere bu savaşın anlamsızlığını anlatabilmek için ellerinden geleni yapıyor, inanılmaz yollar, yöntemler deniyor. Sonunda bir şekilde başarıyorlar da. Ama bundan sonra ne olacak? Peki şimdi nereye? Bu sorulara net bir cevabım yok malesef.”

Hiç yorum yok: